27 Aralık 2011 Salı

Teslim Ol!



         Üç yüz yıl dökülen göz yaşının ardından Hz.Adem’in affediliş sebebi, Rabbimizin ‘en sevdiği, en sevgilisi’ alemlere rahmet olarak gönderilen nebi. O’na ümmet olmak ne büyük bir şeref. Hz.Muhammed. En sevgili o büyük buluşma için günlerce değil aylarca değil yıllarca bekledi. Ve o kutlu mesaj, alemlerin Rabbinden alemlerin sevgilisine beş yıl sonra inzal oldu. Rabbi en sevdiğine naz ile yaklaştı, imtihan etti. Fakat O kişi sabretti, bir gün dahi olsa şikâyet etmedi. Hz. İbrahim, atamız, oğlunun kurban edilmesi buyrulunca rüyasında, bir an bile düşünmedi. Koç değil, kuzu değil, yıllarca ettiği duadan sonra kendisine bahşedilen canından bir parça olan oğlu Hz.İsmail’i kurban edecekti.
 
           Evet, Hz. İbrahim bir peygamberdi ama imtihan vesilesi de ona göre. Şu üç günlük yaşantımızda nice ufak tefek imtihanlara takılıp kalıyoruz farkında mısınız? Karşılaşıyoruz demiyorum, takılıp kalıyoruz diyorum. Günümüzde o kadar imtihan vesilesi var ki mayınlı bir arazideyiz, dikenli teller üzerindeyiz sanki. Birinden kaçsak diğerine yakalanıyoruz. Sayabilir misiniz internetin başındayken kaç defa namazınızı geçirdiniz? Kaç defa 'Ben Allahtan korkarım' deyip gözünüzü çevirdiniz? 'Ben kardeşimin etini yemem' demeyi başarabildiniz mi hiç? Bilmediğim bir şeyin hakkında yorum yapmam, her şeyin 'en doğrusunu Allah bilir' diyebildiniz mi? Hayır ve şer Allah'tandır deyip tam bir teslimiyeti ne zaman gösterdiniz?
         
         Çünkü siz onu hak etmiyordunuz, neden bütün aksilikler sizi buluyordu, niye daha güzel değildiniz, niye herkes o arkadaşınızı daha çok seviyordu, niye daha rahat bir yaşamınız yoktu, o telefona niye sahip olamıyordunuz, bu gün neden hava yağmurluydu, neden sınavdan kalmıştınız oysaki çok çalışmıştınız sınavdan evvel, niye en iyi siz değildiniz değil mi? Bunların hepside insanın nefsini gayet güzel okşayan sorular. Kapitalizmin kol gezdiği bir dünyada yaşarken bunları her gün medya size çok güzel sordurabiliyor hiç farkında olmadan. Peki kaçımız teslim oluyoruz?

          Bu soruyu sorduktan sonra boynumu önüme eğiyorum. Başınıza gelen bir musibetten sonra ne zaman ‘Alemlerin Rabbine teslim oldum’ dediniz en son? Ufak tefek bir sorunda değil, işinizi kaybettiniz, belki evinizi, belki eşinizi, belki Anne veya Babanızı? Vefat eden birinin ardından sorulan o komik soru. Vadesiyle mi öldü? Hayır trafik kazasında öldü, oysa daha çok gençti. Oysa vadesi o kadardı. Bunu diyebilenler teslim olmuşlardı. ve teslim olanlar kurtulanlardı.

         Kim neyi hak ediyorsa onu yaşıyor, sakin olun, sonra teslim! Unutmayın Rabbimiz bize ‘Teslim ol’ diyor. O halde hala üzerimizdeki bu tedirginlik neden?

         Rabbi ona: 'Teslim ol' buyurduğunda, 'Alemlerin Rabbine teslim oldum' demişti. (el-Bakara 131)

3 Aralık 2011 Cumartesi

Bu 'sefer' başka...


        Yollar... Yıllardan çalan, ömürden harcayan yollar. Hep bir sonu vardı, bir başlangıca çıkan. Bitti! dediğimiz yerde yeniden başlayan.
        Yolcular vardı, yollarda ömürler sonlandıran. Yolcular mıydı dost, yoksa yollar mı? Yollar var olduğu için mi vardı yolcu, yoksa yolcular olduğu için mi var yollar.
        Şimdi uzun bir yol daha. Yolcu ben. Yorulan ben. Yol alan, yollanan ben. Ayrımı olmayan, seyirlikten ziyade ömürlük bir yol. Yol uzun, yol meşeggatli. Cefası da var sefası da. Gecesi de gündüzü de. Kaybolmakta var 'ben'i bulmakta. Peki ama nereye bu yolculuk? Ne için?
        Kendime hicretimdir bu sefer. Kaybettiğim kendimi kendimde aramaya. Nerede kaybettim. Neyimi kaybettim. Bende ki ben ben miyim. Hicranım da olsa hicretim, buydu sonu olmayan hissetmişliğim. Önce kendimi bulmalıydım. Bana benden bakmalıydım. Bende beni bulmalıydım. Aslında benden geçip bana varmalıydım.
       Bu sefer aya, güneşe, kuzeye, güneye değil aynalara bakıp yönümü belirlemeliydim. Dereden, tepeden, çöllerden, virane şehirlerden değil kendimde yol alıp kendime varmalıydım. Hanlar yoktu bu yollarda. Hatalar vardı, yanlışlar, yanılışlar vardı. Ayıplar günahlar, dikenli yollardı, doğru yol bulunmalıydı. Çok uzaklara değil, çok öncelere gidişti bu yolculuk. Kendimden kaçıp kendime sığınmaktı.
     Hâzır ve nâzırdı yolcu. Vakit yola koyulma vaktiydi. Kaybedilecek bir dakika bile yokken bu sefer yalnızlıktan bizar olmalıydı. Her şey hazırdı ama O boşluk dolmadıktan sonra, her şey 'boş'tu aslında. Bir daire içinde biteviye dönüp durmaktı. 'Ben'den uzak bana yakın. Yardan öte yaren olmalıydı. Aslında hem yoldu, hemde yolcuydu boşluk. Ne yoldan vazgeçiş vardı nede yolcudan. İşte bu yüzden dolmalıydı o boşluk, boşluklara inat, boş verilmişlere inat. Ve bu 'sefer' bambaşka olmalıydı...