30 Ekim 2011 Pazar

Son Nokta'M'




       Nerede kaybetmiştim? Veya neyi? Bir nevi sorgulamam mı gerekiyor geçmişi mi? Avuçlarımın içinin terlediği, sabah olması için iple çektiğim geceleri, bir mumun ışığında kaybettiğim kendimi. Ne yapmak istediğimden ötürü neyi beklediğimi. İşte bu! Dediğim anda ne iştir bu dediklerimi. Kimin için neler verdiğimi. Bunca zahmetin bedelini. Nereden nereye geldiğimi. Yürümeyi öğrettiklerimin, ilk adımlarında beni terk edişlerini. Beraber güldüklerimin bana gülüşlerini. Söyleyin, nerede bulacağım tüm kaybettiklerimi?

        Boşa geçmiş yıllarıma. Boşa harcadığım zamana. Boşuna zaman kaybettiklerime. Boş verdiklerime. Boşluklarımı dolduramadığıma. Boş yere kızdıklarıma, kırdıklarıma. Boş yere tükettiğim nefesime, amaçsız yürüdüğüm yollara. Sona ulaştıramadığım her başlangıca. Ağlayıp boşaltamadığım gözyaşlarıma.  Kurduğum uzun uzun cümlelerin ardından eklediğim her ‘ama’ya.  Doludan döküp boşa koyduklarıma. Yanarım. Elimde olsa hepsini bir kibrit çöpüyle yakarım. Sanmayın dönüp arkama bakarım, ardımda kalan boşluklar ardımda kalmış fazlalıklardan başka bir şey olamaz.

       Aslında ben, herkese kendim gibi duyduğum güvenden ötürü takılı kaldım bu noktada. Her nokta bir kez daha karaladı beni. Bazen üç noktalar, bazen koyamadığım noktalar.  Fakat şuan öyle bir noktadayım ki, bütün koyduğum noktalar asıl noktaya ulaşmam için ayağımın altına serilmiş bana köprü kuruyor. Sabrı hüznü sevinci ve mutluluğu vaat ediyor.  Ben hüznü; mutluluğun habercisi olduğu için, sabrı; vuslatı müjdelediği için seviyorum.  Ben, bende kaybolanla var oluyorum.

       Son noktam gel artık, bir başlangıcım daha olmadan sonlandır beni, sonu sende bulayım. Sona sende varayım.



27 Ekim 2011 Perşembe

Eğer!



Kadere boyun eğişin bir şehri, kiminin tercihi belki mecburiyeti. Ama'ların Umutların inşasının medeniyeti. Ne bir gülen yüzü, ne bir güldüren yüzü. Durmuşluğun durağanlığın bir seyri. İnsanın yok hiç bir yerinde ruhuna işlemişliği. Heybetinden insanı her zaman tefekküre ve acizliğe götüren Erciyes dağı, ve Hz. Mevlana'nın hocası bu şehrin manevi lideri. Mimar Sinan'ın eseri olan ve taş yapıya sahip şehrin merkezindeki Kurşunlu camide buldum en çok huzuru. Bir gün bilmem neresinde bulurum sukûnu.
Köşe bucak yeşili arar gözünüz, fakat sadece beton bloklardır gördüğünüz! Geniş caddeleri daraltır ruhunuzu, somurtkan yüzler köreltir duygunuzu. Sanki şehrin soğuk havası insanların içine işlemiştir. Her zaman girerken bu şehre bir kara bulut takılır sanki tepeme. Engel koyarcasına tebessümlerime.  Şimdi bir kez daha âh ediyorum ve 'kısmet' diyorum geldiğim ilk güne.
Bir gün seversem bu şehri eğer, bana da sevmeyi biliyor desinler.
İşte yine bir ama. Ama belki bir sebep? Peki, ne zaman? 

26 Ekim 2011 Çarşamba

Ama...

Koşup değil kaçıp gidesim var  buralardan,
Arkama değil ardıma dahi bakmadan,
Hayata yeni bir anlam katmak için,
Değil yurduma yuvama bile uğramadan.

Sevgilerimle...

Sevmek!
İçini dolduramadığımız bir gerçek. Yanlış  te'vil ettiğimiz bir olgu. Kimi zaman boşa harcanmış bir değer. Aklı bir kenara koymak. Boyun eğmek. Dillerin lâl olup kalplerin nâra atması. Bir damladan deryalar doldurmak. Aynı yollarda aynı ayak izinden yürümek. Beklemeyi sevmek. 'ben' sözünü unutmak.
Sevmek, odanın penceresinin dünyanın en güzel sahillerine bakması. Tenini okşayan rüzgarın en nazik dokunuşlarını hissetmek. Yeşili hiç olmadığı kadar yeşil görmek. Acıyı iliklerine kadar hissetmek. Her şarkıdan kendine bir pay çıkarmak. Ve aslında sevgi paylaşmaktır.
Önce paylaşmak, sonra adamaktır.
Her kelimende O'nu yaşamak, ömrünü ona bağışlamaktır.
Tüm sevdiklerime, sevgilerimle...

25 Ekim 2011 Salı

Ne Anlamı Kalır?

Bir deprem ki ne 17 Ağustosa benziyor ne de Japonya'da ki tsunamiye. Bu sefer sadece bedenler değil insanlığımızın ruhu, merhameti, vicdanı da sallandı adeta. Bir Müslümana asla yakışmayacak kelimeleri sosyal medyalar aracılığıyla duymak çokta zor değil. ''Bu depremin aynısını Şırnak ve Hakkari'ye de bekliyoruz'' diyebiliyorlar hiç vicdanları acımadan, sanki aynı dedenin torunları, aynı vatanın evlatları, aynı kitabın inananları değilmişiz gibi! Bu kısımda bana ne düşüyor bilmiyorum, ne yapacağını şaşırıyor insan, Rabbim hepsine hidayet, basiret verir inşallah. Bu aciz insanlara şimdi yardım etmeyip ne zaman yardım edeceğiz, onlardan farkımız olduğunu nasıl hissettireceğiz, ne zaman göstereceğiz, bizde onların bu zor gününde sırt çevirirsek ne anlamı kalır Müslümanlığımızın? Lütfen biraz elimizi vicdanımıza koyalım, Lütfen.