6 Mart 2012 Salı

Şimdilerde herkes Müslüman!


       Bu yazıyı yazmazdan önce ve yahut kalemi elime alırken hanım kardeşlerime haksızlık mı ediyorum diye düşündüm. Çok mu abartıyor, çok mu yersizlik yapıyordum. Evet ben dört dörtlük biri değilim, belki dörtte sıfır. Ama toplumu ayakta tutan aile, aileyi ayakta tutan çocuğuna ilk egitimi verecek olan anneler olduğu için hiç de haksız oldugumu düşünmüyorum. Fakat şuan ne haldeyiz bunu bile idrak edecek vakti vermiyorlar bize. Ama suan bu gidişata birileri dur! demeli. Evet bu ben olamam. Belki hiç katkım olamaz. Ama elimle düzeltemiyorsam dilimle bişeyler yapmalıyım. Buğz etmek yerine ise, ben Allahtan Hidayet diliyorum hanım kardeşlerim için. 


      Öyle bir sürece girdik ki artık, Kuran'ı Kerim'in beyan ettigi tesettürü istemek için ağzımızı dahi açamaz olduk. Pardesüler artık asıl amacını aştı, başörtüler çiçek bahçesi. Ve malesef bu kriterlere uygun birileri de yok denecek kadar az. Hanım kardeşlerimizi bir tesettür modası hengâmesi virüs gibi sarmaya başlıyor artık. Doluya koysak almıyor boşa koysak dolmuyor. Bir de kendini islami olarak beyan edipte Müslüman kardeşlerimizin beynini allak bullak eden Âlâ dergisi var ki onların yatacak yeri yok. Davacıyım onlardan, bu dünya da olmasa da, ahirette iki elim yakaların da olacak. 


      Peki şimdiler de ne anlıyoruz tesettürden? Sadece örtmek, kapatmak mı! Vücudu örtmek, başı örtmek. Bir de kalbin temizliği öyle değil mi? Artık başörtüler zor bela örtüyor saçlarını, kafasını çevirdiği zaman boyunlarının görünmemesi içten bile değil. Kendini gösterme nişanesi olmuş. Artık zor rastlıyoruz markasını göstermeyen eşarplara. Bir askari ücretin yarı fiyatında eşarplar görüyoruz vitrinlerde. Yazık! Sözde müslümanız değil mi?


    Kırmızının en canlı, pembenin en parlak, mavinin en açık renkleriyle, giyerken düğmeleri zor iliklenmiş gibi dar üretilen pardesüler. Bu mu dikkat çekmemek? Bu mu vücut hatlarını gizlemek? Bu mu sizin Allahtan hakkı ile korkunuz?


    Dikkat edin, artık iki hanım kardeşimizden birinin kaşları alınmış, yüzünde bir sürü kimyasal, kıpkırmızı rujlar ise içler acısı. Hani sizin dininiz de bir bayan eşinden başka kimseye güzel görünmemeliydi? Her tak tak sesinde beynimize çekiç vuruluyormuş gibi gelen topuklu ayakkabıların sesleri, korkutmaya başlıyor beni. Yapmayın ne olur. Batıya özenmişliğin en büyük icadı. Topuklu ayakkabının batı da pisliklerin paçalara bulaşmaması için icat edilmiş olduğunu söylettirmeyin lütfen. Bir masa öteden burun direklerimizi kırarcasına gelen parfüm kokularını hiç açmayayım. Sözde müslümanız değil mi? 
    
    Daha fazla ayrıntılara girmek istesem ne kağıtlar ne de zaman yeter. Sadece şaşkınlıkla izliyoruz artık. Kot pantolonlarla yapılan kombineleri, kısa eteklerle bir araya getirilen başörtüleri, daracık giyilmiş kıyafetleri ve bunların bir çoğunun üniversite gençliği olmasını. Ve bunların bizim evlatlarımıza eğitimci, anne, hala, teyze olacak olmasını. Örnek olup vatana millete hayırlı nesiller yetiştirecekler. Ne hallere düştük Allahım. 


     Ey bu ümmetin Aziz babaları. Siz taviz verdiniz. Bu hale siz getirdiniz. Bu toplumun temel taşları olacak bayanları siz tükettiniz. Neden her şeye evet, neden daha erken zamanı var dediniz. 
     Fakat artık çok geç... 


    Önce okusun dediniz. Saçları açık bir şekilde okullara gönderdiniz. Sonra pardesü giymese de olur, pantolon kot farketmez dediniz. Ne de olsa kızımın kalbi temiz dediniz. Bu devir de üniversite okumalı, hayat şartları zor kimle karşılaşacağı belli degil dediniz. Sonra? Sonrası daha da vahim. Şehir dışına da onay verdiniz. Ben kızıma güveniyorum dediniz. Şimdi çözün bakalım bu problemi. Bir toplumda kadınlar bozulursa sonuç ne olur. 


  El cevap; Allah akıbetimizi hayretsin. 
Sadrı Azam
abd|maf
06Mart2012

2 Mart 2012 Cuma

Bir Kaşık Çorba...

 
     Küçücük bir çocuktum. Mevsimlerden yaz, günlerden pazardı. Ailecek bir tanıdığımızın düğün yemeğine gitmiştik. Sıranın bize gelesini beklerken boşalan masanın birine babam abim ve ben oturmuştuk.
     Masamıza bakan genç abi, önce ortaya yoğurt çorbasını koymuştu. Bol tereyağlısından. Sonra tane tane papatya ekmekleri. Ve ardından masaya atarcasına koyduğu kaşıklardan bende bitane kapmıştım. Elime kaşığı aldığım gibi, küçük ve içine kapanıklığın vermiş olduğu dikkatsizlikle kaşığımı sofranın ortasında dumanı tüten yoğurt çorbasına daldırmak üzere uzattığım an birden tüm sofradakiler ağız birliği etmişcesine;
   - Hooop Hop! Daha bize kaşık gelmedi!
Nidalarıyla donup kalmıştım adeta. Oysa görmemiştim bile onlarda kaşık olmadığını.
    Tüm kan beynime çıkmış, yanaklarım yanmaya başlamıştı. Utancımdan kafamı eğmiştim, dudaklarım titriyordu. Ve ağlamaklı bir halde avuç içlerim sırıl sıklam olmuştu. Kaşığı fırlatıp sofradan kalkıp gitmek istedim ama yapamadım...
    Yediklerim boğazımda düğüm düğüm olmuş, bir kaşık çorbadan bir kazan ders çıkaracağımı hiç düşünmemiştim o an. Abimin günlerce alay konusu olmuş, bense aklıma her geldiğinde bir o kadar daha utanmıştım.
     Bir çocuğun bir kaşık çorbasıydı. Ve fakat bir çocuğun pişmanlığı. Her yoğurt çorbası yerken biteviye düşüverir aklıma. Bense dalar giderim çocukluğuma.
     Aradan uzun yıllar geçti, mevsimler aylar... Belki benim yoğurt çorbalarımın içilme zamanı geldi. O gün utandım, o gün yerin dibine geçsem diye çok yalvardım, o gün darmadağındım ama bir şeyi çok iyi anlamıştım.
     Her yanlış bir tecrübeydi. Bir musibetti, bin nasihatten evla. O günden sonra bir daha kaşığı eline ilk alan ben olmadım o sofralarda.
     Ama yanlışta olsa yapacağım şeylerden utanmadım. Çünkü beni doğruya götüren hatalardı. İnsan hatalarıyla vardı. Hatalar tecrübeyi getirir.Tecrübeler ise insanı olgunlaştırırdı. En büyük yanlışlar en büyük doğruların muştusu.
     Ve şimdi bencileyin yazmaya çalışıyorum. Satır satır ilmek ilmek. Yazmakta olduklarım yanlış olsa da bu tastan bir kaşık çorba nasibim olsun.
    Haydin buyurun. Yoğurt çorbası yaptım. Afiyet olsun...


abd|maf
28Şubat2012
12:30
'sınıfın sol arka cenahı'